İç tasarım yaşadığımız hayattır. Bizi çevreleyen, mobilya, renk, malzeme, duvar, pencere ve kapılar, evde yaşamımız, iş, okul, üniversite ve hastane binası ve kullandığımız her şey. Hatalardan veya olumlu şeylerden gördüğümüz şey, bu alanı her kullandığımızda üzülmemize olumlu ya da olumsuz bakmamıza sebep olur.
İç tasarım ve insanlar birbirleriyle güçlü bir şekilde bağlantılıdır. Tıpkı akvaryum gibi; bir akvaryum, akvaryum olmak için içerisinde balıklara ihtiyaç duyar, aksi halde düz bir cam kutudan farksız olur. Ayrıca, binaları belirli işlevler için kullanmasaydık, aksi halde değeri olmayan boş tesisler haline gelirlerdi. Bunun gibi tesisler veya binaları tasarlamak tasarımcıların, genel olarak insan davranışlarını, eylemlerini ve ruhunu gözden geçirmesini gerekli kılar.
Örneğin; aşırı kalabalık evlerde, tutarlı olmayan ve rahat olmayan soluk mobilya parçaları, kişinin eylemlerini yansıtacak ve bu alandan vazgeçecek ya da yapabilirse değiştirmeye çalışacaktır. Bu nedenle mobilyaları tasarlarken sadece işlevi değil, dış şeklini, renklerini ve malzemelerini de dikkate almalıyız, bu yüzden göz ve vücut için de rahat olanları, onlara hitap edenleri seçmeliyiz.
Benzer durum, donuk ahşap veya metal masa gruplarına sahip şirketlerde çalışanlara yansımaktadır, çalışanlar böylece verimli ve kaliteli çalışmazlar. Bunun nedeni, konforun olmaması ve bu monoton kasvetli alanların varlığını can sıkıntısı haline getirmesidir. Rutini kırmak için, duvarlara veya sandalyelere çok fazla renk ekleyebilir, boşlukları değiştirebilir, göz ve ruha hitap etmesi için tüm bu renkleri rahat ettirecek şekilde yapılandırabiliriz, böylece çalışanlar daha iyi sonuçlar elde edebilir.
Mekan tasarımı, insanların evde komşularına ve işteki meslektaşlarına daha açık olmalarını veya izole olmalarını sağlayan şeydir. Bir insanın hayal gücünü ve becerilerini aktive ederek daha yaratıcı olması mümkündür. Mekanların tasarımı boşlukların kendileriyle değil, yaşayacağınız ve günün çoğunu içinde çalışacağınız alanla ilgilidir.